<p>Biz yıllardır reflü hastalığıyla yaşıyoruz ve protonponpo inkürü denen asit düşürücü ilaçları içiyoruz. Bu ilaçlar tehlikeli mi? Ya da yan etkileri var mı? Çünkü zaman zaman gazetede, medyada bu konuda haberler çıkmakta. Ve hastalar bu konuda büyük endişeye kapılmakta. Bugün bilim dünyası ürettiği bilgiler geldiğimiz noktayı yani bu asit düşürücü ilaçlar açısından özetlemek gerekir ise ana problem bazı hastalıklar mideye ait özellikle mideden yemek borusuna kaçma hastalığı olan reflü hastalığının bir kısmında özellikle kapak açıklığı ya da mide fıtığı olan insanlarda bu asit düşürücü ilaçlar dolaylı tedavi sağlamakta. Yani siz asit düşürücü ilaç kullandığınız sürece midenin asidi yok olmakta ve bu asit yukarı kaçmamakta, kaçmadığı için de hastanın şikayetleri olmamakta. Tüm hastalığı olan insanların yaklaşık yüzde otuzunun hayat boyu bu ilacı ölünceye kadar kullanması gerekiyor. Çünkü ilaçları kestiği takdirde şikayetleri tekrar başlıyor. Sorun da buradan çıkıyor.</p>
<p>Mide içerisindekilerin yemek borusundan kaçmasıyla tarif edilen göz ön kafesinde yanma, kaynama, ekşime, mide bölgesinde şişkinlik, bazen ağrı, bazen öksürük, bazen ses kısıklığı seyreden bir sürü semptomun yer aldığı, şikayetin yer aldığı bir hastalıkları ifade eder. Reflü hastalığının tedavisinde kimlere ilaç, kimlere ameliyat önerilir? Bu sorun Cevabı aslında tek değil. Birçok cevabı var. Özetlemek gerekirse hastalığın nedeni, eğer neden kalıcı olarak yemek borusuyla mide arasındaki kapak sisteminin çok ciddi bir açılması, genişlemesi veya yerinden kayması denen mide fıtığı şeklindeyse bu hastalarda biz bir anatomik bozukluktan ifade edebiliriz. Bazı hastalarda ise böyle bir bozukluk yoktur. Kapak sistemi genel olarak sağlam gözükür. Ama yemek borusunun direnci bozuktur. Bugün nedenini bilmiyoruz ama Bazı hastalarda çok az asit bile kaçsa örneğin gırtlak bölgesinde ses kısıklığı öksürükle seyreden reflü dediğimiz hastalık gözükmektedir. Yine bazı insanların yemek borusunda hemen yer açılırken bazı insanlarda çok büyük mide fıtığı veyahut da çok ciddi reflü kaçağı olmasına rağmen yemek borusunda yara olmamaktadır. Dolayısıyla hastalığın nedenleri ve oluşum mekanizmaları değişik değişiktir ve birçok değişik karakterde seyreden reflü hastalığı vardır. Dolayısıyla yüz kişiden hemen hemen önemli bir kısmı ki toplumun yüzde yirmisinde görülüyor. bu reflü görülen yüz kişinin de yaklaşık olarak yüzde yetmişi mekanik bozukluklara bahsederken yüzde otuzunda ise bir ciddi elimizde neden göremeyebiliriz? bir kısım insanda da hatta yemek borusu hassasiyetli dediğimiz durum vardır. Yani çok ciddi kaçağı olmamasına rağmen yanma kaynama hisseder. biz bunlara hassas diyoruz. Bu anlattıklarımdan çıkaracağınız gibi sadece endoskopiyle tanı koymak doğru değil. Endoskopi sonrası pH metre, manometreyle ameliyat öncesi mutlaka gerçekten doğrulanmış bir asit kaçağının varlığı orta yere konmalı. Bu özellikle yemek borusunda yara olmayan hastalar için gereklidir. Ama yemek borusunda ileri derecede yaralar olan bizim B, C evresi dediğimiz büyük yaralar açılmış olan hastalarda pH metre artık şart gözükmemektedir. Ave yağ Genellikle ilaç içtiği zaman çok iyi olan, ilacı kestiği zaman da ki ilaçtan kastım asit düşürücü ve özellikle protonpom kastediyorum. Bunlarla çok iyi olan ama kesince de ertesi gün iki gün sonra hemen şikayetleri başlayan ilaç almaya başlayınca da tekrar düzelen hastalarda ameliyat çok başarılıdır. Ama ilaca cevabı gittikçe azalan hastalarda bir parantez açmak lazım. Yani ilaç açıyor, içiyor ama yine şikayetleri var. Yine problemleri var. Bu hastalarda ise eğer ki mekanik bir sorun var mı yok mu ona bakmak lazım. Ya çok büyük bir mide fıtığı. Göğüs kafesine çıkmış. Bizim dediğimiz midenin üst kısmının da fundusunda çıktığı hastalar bu tip hastalarda ekstra bazı şikayetler, nefes darlığı, merdiven çıkamama, geceleri göğüste sıkışma hissiyle uyanma gibi şikayetler ortaya çıkabilir. Bu durumda da yine ameliyat ön plana geçebilir tercih olarak. Yaşı genç Sürekli ilaç içmek zorunda kalan, yemek borusunda yaralar olan yaralar ilaçla tam kapanmayan hastalarda ameliyat bir alternatif olarak, laparoskopik cerrahi sunulabilir. A şart mıdır? Hayır. Şart değildir. Doktor ve hasta beraber karar vermelidir. Hastanın tercihi ben sadece ilaç içiyorum ve ilaçla mutluyumsa olabilir. Ama burada karşımıza bir problem çıkıyor. Bu ilacı ne kadar kullanacaksınız ve yan etkilerinden korunabilecek misiniz? Yan etkileri deyince başka bir kavram ortaya çıkıyor. Uzun süre kullanımdaki ortaya çıkan bazı sorunlar. Işte tartışılan kalçada kırık riskinin artması, kemik erimesi, fundus dediğimiz bölgede poliplerin oluşması, zaman zaman akciğer enfeksiyon, tekrarlayan enfeksiyonlar. Son zamanlardaki yayınlarda bahis konusu olan böbrek hastalıkları ya da erken bunama hastalığının ortaya çıkması gibi yan etkilerden bahsediyorum. Bunlar kesin kanıta dayalı dayalı tıp açısından henüz netleşmemiş olsa da uzun süreli ilaç içmenin de birtakım sorun doğurabileceğini göz önünde tutmak lazım. Dolayısıyla yaşı genç. Sürekli ilaç kullanan, yemek borusunda yaralar olan hastalarda kanıtlanmış reflü varsa laparoskopik cerrahi bir alternatiftir.</p>
<p>Aşırı şişmanlık nedeniyle obezite cerrahisine karar veren hastaların önemli bir kısmında kafa karışıklığı yaratan sorunlardan birisi de acaba hangi ameliyat olmalıyım? Açıkçası bu konuda iyice bilgilenmek için tıp literatürüne çok iyi hakim olmanız lazım. Ama maalesef bu da oldukça uzun bir geçmişi olan obezite cerrahisini sizler tarafından yeterince ulaşılması ve zaman alması bakımından oldukça zor bir uğraşı. Ben size bugün hangi ameliyatı seçmeniz noktasında fikirlerimi ileteceğim. Ama her şeyden önce önümde birçok yayın var bu senenin raporları var. Gastrik bypass yani midenin küçültülüp bağırsakların kısaltıldığı ameliyatların oldukça azaldığını görüyoruz. Bütün cerrahlar hemen hemen terk ediyor bu ameliyatları, bypass ameliyatlarını. Ona karşın tüp mide ameliyatlarında büyük bir artış var. Ve yine bir tür baypas olan ise ılımlı bir azalış var. Ve tüp mide ameliyatlarında çok büyük bir artış var. Dediğimiz ameliyat niçin garstik bypass azalıyor? Ben bin dokuz yüz doksanlı yıllarda sonra gastrik bypass ameliyatlarına başladım. İlk ameliyatımı iki bin üç yılında bypass cerrahisini yapmıştım. Ondan önce mide kelepçesi yapıyordum ve mide kelepçesini o yıllarda terk ettim. Çünkü sadece hormonel etkileri olmayan bir ameliyattı. Yemek alımını kısıtlıyordu. Garstik bypass büyük bir devrim oldu. Gerçekten hastalara şeker hastalığı yüzde seksen oranında iyileşti. Yüksek tansiyonlar yüzde altmış oranında düzeldi. Ve belli bir tecrübeyi edindikten sonra da garstik bypass oldukça güvenilir bir ameliyat. Fakat garstik bypass hastaya ipotek getiren bir ameliyat. Nasıl yani? Çünkü biz mideyi küçültüp bağırsağı kısalttığımız için hayatının bütün evresi boyunca kalan mide ve bağırsaklara artık ağızdan endoskop yoluyla ulaşamıyoruz. Yani orada bir tümör vesaire bir herhangi bir şey geliştiği zaman göremiyoruz. Oradaki organları değerlendiremiyoruz. Veya safra kesesinden bir taş ana safra yoluna düştüğünde Koledoğa, ERCP yoluyla ağızdan girip onu taşı almamız mümkün olmuyor. Yani o yolu kapatmış oluyoruz. Bence gastrik bypassın en büyük handikapı o idi. Biz hastalara bu konuda yeterli bilgi versek de tabii hastaların kalan midesinin incelenmesinde de elimiz kolumuz bağlanıyordu. Ama o yıllarda garstik bypass çok iyi bir çözümdü. Ve biz bu ameliyatları yapmaya devam ettik. Son yıllar bence gastrik bypassın azalmasının en önemli nedenlerinden birisi az önce anlattığım konu dışında hastalar ilk beş yıl gastrik bypassla çok iyi kilo verip iyi mutlu yaşarken özellikle üçüncü yıldan itibaren ılımlı kilo alma kısıtlama etkisinin kaybolmasıyla ki bu genellikle mideyle bağırsağın birleştiği yerde bağırsak tarafının genişlemesi ayrıca da bağırsak la mide bileşen ağzın genişlemesi şeklinde oluyor. Mide genişlemiyor. İşte bu genişlemelerle ılımlı kilo alışları ve beşinci yıldan sonra yaklaşık olarak yüzde otuz ila kırk hastanın yine gastrit bypassta yeterince kilo verememesi gibi bir sonuçla karşılaşıyorum. Gastrik bypasın en önemli handikapı bu tür hastalara tekrar bir ameliyat veya müdahale yapmak ve tekrar bir tedavi etmekteki güçlük. Çünkü bu ameliyatı tekrar düzeltmek tüp mideye çevirmek veya gastrik bypası dövdüren dediğimiz ameliyata çevirmek oldukça zaman alıcı. Oldukça ameliyatın yandaş etkilerini, başta emboli olmak üzere arttırıcı bir etki. Yapıyor. Ve cerrahlar hastalarına o zaman elleri kolu bağlı olarak işte oraya küçültücü yani açıklığı küçültücü klipler atıyoruz. Veya koaglasyon yapıp daraltabiliyoruz. Ama bunlar yeterli olmuyor. Açıkçası gastrik baypasın günümüzdeki en önemli azalma nedeni ikinci ameliyat şans zor olması ve güç olması. İşte artan mesela tüp mide ameliyatında ise bu çok kolay. Yani ikinci bir ameliyat yapma imkanı çok çok daha kolay. Zaten ben hep diyorum obezite kronik bir hastalıktır. Ve obezitenin tedavisi yoktur. Aşırı obeziteyi kastediyorum. Yani vücut kitle endeksi kırkın üzerinde olan veya otuz beş üzerinde olup olan hastalarda. Dolayısıyla bu hastalarda elbette ki nüksler kaçınılmaz olarak yüzde yirmi beş, otuz hastada görülecektir. Nüks deyince de yani eski kilolarına dönme belki yüz seksen kiloysa yüz seksen dönmek değil ama yüz kırk yani ılımlı kilo almak da bir nüks nedenidir. Yani yüz yirmi kilosunuz, seksene düşmüşsünüz. Tekrar yirmi kilo vermiş olarak dolaşmakta başarısızlığı ifade eder. Yüz kilo dolaşmak da başarısızlığı ifade eder. Demek ki hastaların başarısında birçok faktör rol oynuyor. Gastrik baypasın azalma nedenlerinden bir diğeri ise tüp mideye göre daha çok vitamin eksikliği daha çok kalsiyum eksikliklerinin uzun dönemde sorun yaratması ve hastaların daha çok ilaç kullanımı gereksinimi duymasıdır. Ayrıca yine baypas olan hastalarda bu bağırsak dolaşması riskinin ve marjinal ülser dediğimiz risklerin olması bu delinme riskinin olması bir komplikasyon ihtimalinin hep hayat boyu hastanın üzerinde olması da önemli bir ipotek getirmesi bakımından sorun oluyor hastalara. Tüp mide ameliyatı ise bir defa yapımı daha o yüzden son yıllarda yapan cerrah sayısı çok arttı. Yani biz gastrik bypass döneminde Türkiye'de bu yapan dört beş cerrahiyken herhalde bugün neredeyse bütün cerrahlar tüp mide ameliyatını yapabilir noktasında görüyorlar kendilerini. tüp midenin en büyük sorunu ise çok yaygınlaştı. Büyük bir devrim oldu ama standart bir ameliyat değil. Yani siz tabii ameliyat olunca içinizi göremiyorsunuz ama bu ameliyatında birçok teknik ayrıntısı var. Özellikle aşırı kilolu hastalarda yemek mide kısmının çok yağlı olduğu hastalarda yağlara girip onları temizlemeden temizleyememe ve mideyi yeterince çıkaramama, tepe bölgesinin kalması, darlıklar olması, kaçaklar olması gibi sorunlar özellikle tecrübesiz ekiplerde çok daha fazla gözüküyor ve Türkiye'de kaçak oranı oldukça fazla. Kaçağa bağlı sorunlar oldukça fazla. Bunlar tabii çok hızlı bir ani yaygınlaşmayla orta yere çıkan sorunlar. Zaman düzelecektir. Tüp mide ameliyatının en büyük avantajı tabii ki kolay yapılır görülmesi ziyadesiyle. Hastaların da daha çok mutlu olması. Çünkü burada pilori koruyucu etkisi var. Diyoruz kısıtlayıcı etkisi. Çok az yemek yediğinde büyük bir basınçla hastalardan endorfin mide beyin salgısının çok artması. Ve hastaların hızla kilo vermesi çok çok daha hormonal değişikliklerin de anlaşılmasıyla birlikte şeker hastalığının çözülmesi bir garstik kadar etkin diyebileceğimiz özellikle erken dönemde metabolik etkilerin olması tüp mide ameliyatlarını garstik bypassların önüne geçirdi. Ben de gastrik bypass yapan bir cerrah olarak geçen sene sadece bir tane garstik bypass yaptım. Bir diyabetik hastama. Onun dışında gastrik bypası hemen hemen aşırı diyabetik olmayan veya çok ciddi yemek borusunun da reflü facide bağlı baret özefagusu olmayan hastalar dışında önermiyorum. İlk basamakta öneriyorum. Nüks olduğunda tüp mide nüksünde ise hastalarıma tüp mideyi tekrar düzeltici yani ikinci bir tüp mide ameliyatı ya da o zaman bir gastrik bypass ya da dediğimiz bir ameliyatı öneriyorum.</p>
…
Aşırı şişmanlık nedeniyle obezite cerrahisine karar veren hastaların önemli bir kısmında kafa karışıklığı yaratan sorunlardan birisi de acaba hangi ameliyat olmalıyım? Açıkçası bu konuda iyice bilgile…