Aşırı obezitemiz var. Vücut kitle endekslerimiz otuz beşin üzerinde. Yandaş hastalıklarımız var. Ya da otuz, otuz beş aralığında vücut kitle endeksiniz. Ama şeker hastalığımız var, yüksek tansiyonumuz ya da metabolik sendromumuz var. Ve diyetler yapıyoruz. Sporlar yapıyoruz. İşte değişik tedbirler öneriliyor. Efendim TV'lerde sabah programlarında hepsini yaptık. Kilolarda veriyoruz. Geri alıyoruz. Çok can sıkıcı bir şey ve sonuçta bir çıkmaz sokakta hissediyoruz kendimizi. Niye başlanamıyoruz bu hikaye aslında araştırılmış. Zaten kimse başarılı olamıyor da ondan. Kimse belki acımasız oldu. Ama genel başarı eğer tablo morbid obeziteyi kaymışsa yani vücut kitle endeksiniz artık otuz beşin üzerine geçmişse, vereceğiniz kilolar yirmi, otuz kilolara dayanmışsa bu kiloları vermeniz çok zor. Neden? Bir defa felsefeden başlayın. İnsan oğlu üç yüz elli bin yıldır yaşantısında modern yaşamda da yüz elli bin yıldır yaşantısında hep açlıktan öl açlık en büyük ölüm nedeni. O nedenle bizi koruyan sistem dediğimiz bir sistem. Açlık konusunda çok hassas. Biraz bu konuyu açalım. Herkesin ateşi otuz altı buçuk. Hiç kimsenin yani genelde dünya ortalaması değişmiyor. Şöyle ki otuz yedi nokta iki değil. Otuz yedi nokta dört değil. Herkes otuz altı buçuk. Bu nasıl sağlanıyor? Veyahut da solun sayımız dakikada on ikidir. Dünya ortalaması. Veyahut da nabız sayımız işte flaş seksenler ortalamadır. Hep bu çerçevede gider. Herkes sınavın kapısında kalbi heyecanlanır hızı artar. Sıcakta terlersiniz, soğukta titrersiniz. Bunlar nasıl sallanıyor? Başımızda birisi mi var? Bunu ayarını mı yapıyor? Bir teknik oda mı var? Tabii ki doğa, yaratıcı bunun ayarlarını homostatik sisteme havale etmiş. Covid 19 bile bu sayede yaşıyor. Mutasyonlar yapıyor. Kendini koruyor. Gözle görülmeyen bir varlık. Demek ki bütün canlıların hayata tutunma kendini korumak ve belli standartları devam ettirme mekanizmalarına sahip. Burada hemen kilodaki ideal kiloya girelim. Peki insanlığın ideal kilosu nedir? Ah orada işte işler değişiyor. Çünkü ideal kilonuz ulaştığınız en yüksek kilo. Eğer bir gün yüz yirmi kiloysanız artık ideal kilonuz o. Sistem orada kayıta geçiyor. Çünkü eğer siz bu kilodan aşağı düşerseniz öleceğinizi düşünüyor. Yani sizin kilo almanız en büyük garantiniz. O sistem bu kilo alışınızdan çok memnun oluyor. Zaten bütün hikaye de onun üzerine kurgulu. Kilo al, hayatta kal. Şöyle düşünüyor, elli yıl önceye kadar daha iç değil, iç savaşlarda Afrika'da Avrupa'da, ikinci dünya savaşında çok yakın tarihlerde yine açlıktan öldü insanlar, yine savaşlardan öldü, yine kıtlıktan öldü ve doğa bu konuda çok kararlı. Sizin kilonuzu kaybettirmeyecek. Bunu sağlayan sistemi az sonra sayacağım. Bunu nasıl yaptığını anlatacağım. Bunu unutmayın. Demek ki siz tabiatınıza, doğanıza karşı ve böyle bir sisteme karşı mücadele ediyoruz. Yapılan çalışmalar şunu gösteriyor. Yaklaşık geriye dönük bütün diyet çalışmaları, literatürdeki girdiğiniz zamanki bütün diyet çalışmalarında şu ortak nokta orta yere çıkıyor. Bir, insanlar yüzde yirmi beşi ancak diyete sonsuz devam edebiliyor. İkinci önemli nokta, ne kadar diyet yaparsanız ne kadar kilo verirseniz kilo vermekte sorun yok. Kilo verebiliyoruz. Ama tabii sorun olduğu durumlar da var. İşte metabolizmanızın düşmesi vesaire birtakım sorunlar. Ama burada önemli bir nokta var. Ne kadar kilo verseniz de gerek kilo alma meselesi var. İşte sistem buna karşı çok farklı mekanizmalarla hemen bizi yeniyor. Tekrar eski kilomuza dönüyoruz. Rakamı vereyim hemen. Bilimsel çalışmalar eğer morbit obeziteniz yani aşı kilonuz yirmiler otuz üzerindeyse vücut kitle endeksiniz otuz beşin üzerindeyse yaklaşık olarak yüzde beş olarak kalıcı yani yüz kişinin beşi bu işi başarabiliyor. Ve aynı verdiği kilolarla kalabiliyor. Yüzde doksan beşi geri kilo alıyor. Peki bunu sağlayan en önemli faktör ne? Doğuştan beynimiz. Beynimizin dimdik sistemi ki siyah kesim. Orası doğuştan üç ödüllü mekanizmayla doğar. Üç alanda ödüllüdür. Bir tanesi güvenliğinizdir. Ikincisi üreme üçüncüsü sizin yemek yemeniz. Yemek yemeniz devamlı ödüllendirilir. Bir canlı doğar doğmaz hemen memeliyse annesinin memesine kavuşur. Bulur onu. Mutlaka açlığını gidermek için bir yol bulur. Yani yemek bir şekilde bizim doğuştan bildiğimiz, genetiğimize işlenmiş, üç yüz elli bin yıl boyunca da bunun sağlamlaştırıldığı bir yeme mekanizması söz konusu. İşte irade dediğimiz şey burada tıkanıyor. Bir sisteme karşı biz irademizi kullanacağız. Hele bu obejenik çevrenin olduğu, bu kadar yemek çeşidinin olduğu bir telefonla internetten baktığımız yirmi ayrı merkezden belki de getirtebileceğimiz ve yerimizi kapmadan bir imzayla kapıdan aldığımız yemeklere kavuştuk. Peki insanoğlu hep böyle miydi? Hayır. Haftada üç gün besleniyordu. İki defa Türk kendini kaybetme tehlikesiyle karşılaşmıştı. Çok ciddi bir yemek sorunu var. Ama bu yemekler bir şey yapıyor. Bizim duygularımızı bir şekilde örtüştürüyor. Yemek yiyince mutlu oluyoruz. Depresyonda bize yarıyor. Üzüntüde de yarıyor. Mutlu olunca da yemek yiyoruz. Eh cenaze evinde de yemek yiyoruz, düğün evinde de yemek yiyoruz. Çünkü insan yıllık ritüelinde yemek bu nedenle insan doğasından gelen ödülün şekillendirildiği ve sembolizm olarak da değişik ritüellerle yemeğin buluştuğu bir alan. Haftada gün beslenen insanoğlu günde üç defa besleniyor. Ama bir şey daha orta yere çıkıyor. Beslenme ilişkisiyle obezite yan yana hep paralel mi gidiyor? Yok orada da problem var. Bazı insanlar çok daha fazla kilolu olabiliyor. Aynı şeyi yedikleri halde. Şimdi üç tane insan görüyorsunuz. Üçü de aynı şeyi yiyorlar. Aynı ortamda yaşıyorlar ama birisi çok fazla kilolu. Birisi orta, biri az. Su içsem yarıyor. Bu biraz mecazi oldu. O kadar da değil. Ama şu var. Yemekleri ne kadar iki katı yese de bir başkası kilo almıyabiliyo. Genetik ortaya çıktı. Yani bazı insanoğlunun eh gen havuzundaki bunun şu gen diyemiyoruz bugün ama bu konuyla ilişkili ilk olarak Lebtin suçlandı, Lebling'ini aradık. Leptin bildiğiniz gibi yağlarımızdan salgılanan ve doygunluğu bize hissettiren bir hormondur. Bulduk ve leptinle bu işi halledeceğimizi zannettik. Ama bunun dışında da bir çok genlerin olduğu ortaya çıktı ve bir genler havuz söz konusu. Ve burada önemli olan şey sadece gen meselesi değil. O genle birlikte metabolizma hızını ayarlayan faktörler de ortaya çıkıyor. Yani bazı insanlar kilolarını çok çabuk verebiliyorlar. Burada erkek şanslı, kas kütlesi fazla olduğu için. Peki şimdi genel bir olarak perspektiften bakarsak bir terazi karşımıza çıkıyor. İnsanın kilo verdiği zaman hemen kilosu artabiliyor. Bu nasıl oluyor? Bu terazi nasıl değişiyor? Yani kilo verdiğinde hemen bizi düzelten Aktörler ne? Termogenez. Yani üşümeye başlıyoruz. Vücut yapmamaya başlıyor. Çünkü siz kilo verdiğiniz için sistem bunu hemen fark ediyor. Ve dolayısıyla kalori ihtiyacınızı düşürüyor. Yani yaklaşık olarak bin iki yüz kalori ihtiyacınız varsa bunu dört yüz elli, beş yüz kaloriye kadar düşürebiliyor. Bağırsak hareketlerinizi azaltıyor. Göz kırpmanızı azaltıyor. Uykuya meyil ediyor. Yani kilo vermek bunları da beraberinde getirebiliyor. Bir diğer önemli nokta obejenik çevreden kurtul yine bu zamanda biliminde yaşamak zorundasınız. Bu imkanlarla yaşamak zorundasınız. Ayrıca duygularınız da bir şekilde yemekle örtüşmüşse o zaman duygusal yeme bozukluğu da çıkıyor. Ki bize danışanların yüzde otuz beşi de bundan muzdarip. Yani gece saat on birde açıveriyor ve kendini mutlu etmek için yemekleri indiriyor. Mide basınçla çalışır. Midenin içi doldukça gerildikçe içindeki basınç beyne siyah kesime ııı uyarı ve siyah kesimden mutluluk hormonları salgılanır. Beynin beyaz kesimi ne işe yarıyor? O da düşünce üretiyor. Özellikle frontal lob çok önemli. Bu düşünceler sonuçta bir çatışma doğuruyor. Yani siz kilo alıyorsunuz, limbik sistem ödüllendirilmiş. Çok mutlusunuz. Kilonuzdan. Ama bir süre sonra mutsuz hale geliyorsunuz. Ve içinizde ikinci bir ben doğuyor. Bir ben devamlı olarak dimdik sistem tarafından ödüllendirilmiş. Yemekten mutlusunuz. Halen memnunsunuz. Ve gerekçeleriniz çok oluyor. İşte spor yapamıyorum, yorgunum ki sistem bunu yapıyor. Zaten çocuklar doğduğu zaman koşarlar. Bir de otur çocuğum, otur çocuğum deyip, çocuklara da oturturuz. Yani duamızda bir aktif yaşam var aslında. Üç nokta dört kilometre avcı toplayıcı. Her gün yürüyen bir varlıktan bugün arabayla dolaşan bir varlığa döndük. Orada da problem var. Ama esas problem bu düşüncemizi ürettiğimiz beyaz kesimin elinde bir ödül sistemi yok. Yani spora başlamak hani spor kilo verdirir mi? Evet spor kilo verdirmese de ciddi kalori yakılmasına neden olur. Ama bilimsel çalışmalar sporun kalıcı olarak kilo verdirmediğini göstermiş. Çünkü bugünkü obejenik çevrede sizin yiyeceğiniz bir hamburger, içeceğiniz iki kola yiyeceğiniz tatlıyı ancak bir maratonda yakabilirsiniz. Maratonda da yakacağınız kalori bin iki yüz kaloridir. Ortalama altmış beş yetmiş kiloysanız. Demek ki kalorileri yakmak oldukça ama kaloriyi almak çok kolay. Orta yere bir şey daha orta yere çıkıyor. Siyah kesim mutluluğu olarak keyifli olarak bir hayat sürdürüyor. Duygularınızla örtüşmüş. Sizin düşünceler üretiyorsunuz. Diyorsunuz ki bu yaz kilo vereceğim. Bu bir düşünce. Doğruluğa da yanıyorsunuz. Ama bir süre sonra yeniliyorsunuz. Neden? Çünkü burayı destekleyen çok elimizde kozlar yok. Kilo verdiğiniz anda hemen iştahınızı artıran yani gralin hormonu artıyor. Veyahut da verdiğinizde kendinizi daha keyifsiz ve mutsuz hissediyorsunuz. Çünkü midenin içi dolmuyor. Oradan beyne uyarı gitmiyor ve mutluluk hormonları salgılanmıyor. Olay bu kadarla da bitmiyor. İşler daha da karmaşıklaşıyor. Inkladin antigradin dediğimiz hormonlar devreye giriyor. Insülin direncini doğuruyor. Insülin direncini anlatmıştım az önce. Ya bir kader mi? Evet, bazılarında kader. Bazı insanlarda yağ hücresi çok daha fazla. Kahverengi ve beyaz olarak şekillenmiş, kahverengi doğuştan değişmeyen olan ve bizim kilo almamızı engelleyen yağ kısmıdır aslında ama beyaz kesim daha çok genişleyen yağ sayısı artmıyor. Sadece kilo aldıkça yağlar büyümeye başlıyor ve birisi de patlayıp işte enflamasyonu başlatıyor. Dolayısıyla kilo vermenize en büyük neden de böyle bir enfeksiyonlu ortama geçmemiz. Yani kronik bir enflamasyonla yaşamaya başlamamız. Bize giren obezler hep şunu söyler. Benim CRP'm neden yüksek? Çok araştırıldı hocam ilk defa sizden duydum. Çünkü obezsiniz. O yüzden CRP'niz yüksek. Çünkü enfeksiyonunuz var. Benim neden FRT'im yüksek? Çünkü enfeksiyonunuz var. Neden D vitaminin düşük? Zaten yağ miktarı arttıkça güneşten faydalanamıyorsunuz ama yine de enflamasyon D vitamininizi bu kadar sizin eksik olmanıza neden oluyor. Sonuç, ortada bir enfeksiyonu olan duygusal yeme bozukluğu olan diğer taraftan böyle bir abojenik çevrede yaşayan, genetiği zaten sabit olan ve kiloları muhafaza eden bir insansınız. Bu noktada işte işler çok zorlaşıyor ve bir çıkmaz sokağa giriyorsunuz. Gelecek bölümde konuşacağımız konu şu, peki, burada ameliyatlar ne kadar bir çözüm? Başarı oranları nedir? Hangi ameliyat olursan daha çok kilo veririm? Güvenilir mi? Yeni mi, eski mi? Hangisi? Bunu da yaklaşık olarak uzun yıllardır mide kelepçesiyle başlayan gastrik bypass ve sektörüyle devam eden ve birçok yine revizyon ameliyatını yapan bir cerrah olarak otuz yıllık bir ve makaleler çerçevesinde sizlere aktaracağım. Gelecek bölümde buluşmak üzere.