Metabolizma, anabolik ve katabolik reaksiyonlarla enerji ürettiğimiz, büyüme ve gelişme için gerekli elementleri yapılandırdığımız önemli bir mekanizmadır. Hücre ortamını ve genel sağlığı korumak için temel öneme sahip olan metabolizmadaki düzensizlikler çok sayıda bozukluğa neden olur. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından “abdominal obezite, insülin direnci, hipertansiyon (HT) ve hiperlipidemi ile karakterize patolojik bir durum” olarak tanımlanan Metabolik Sendrom (MetS) kardiyovasküler hastalıklar ve diyabetes mellitus (DM) riskinde artışa yol açan metabolik anormallikler bütünüdür. MetS; etyopatogenezi tam olarak açıklanamayan, genetik yatkınlık, hareketsiz yaşam tarzı, obezite, ileri yaş, kadın cinsiyeti, kötü beslenme alışkanlıkları ile ilişkili olarak ortaya çıkan bir durumdur. MetS tanılı bireyler tip 2 DM, kardiyovasküler hastalıklar ve inme açısından yüksek risk taşırlar ve bu nedenle kardiyovasküler morbidite ve mortalite riskleri artmıştır.
Insülin direnci, metabolik sendromun temel patofizyolojik özelliğidir. İnsülinin normalde glukozu hücrelere taşıma fonksiyonunun bozulması, hiperglisemi ve buna bağlı olarak hiperinsülinemiye yol açar. Bu durum, ilerleyen zamanlarda tip 2 diyabetin gelişmesiyle sonuçlanabilir. Abdominal yağ dokusunun artışı, insülin direncini daha da şiddetlendiren bir faktördür. Visseral yağ (karın bölgesinde yerleşen yağ dokusu), adipokinler adı verilen biyolojik aktiviteye sahip maddeler salgılar ve bu maddeler, vücudun inflamatuar yanıtlarını artırarak insülin duyarsızlığını tetikler. Metabolik sendromda ayrıca dislipidemi gözlemlenir; trigliserit seviyelerindeki artış ve HDL kolesterol seviyelerindeki düşüş, ateroskleroz ve koroner arter hastalıkları riskini artırır. Yüksek sistolik ve diyastolik kan basıncı (hipertansiyon), endotel disfonksiyonu ve damar tıkanıklığı gibi kardiyovasküler komplikasyonlara yol açabilir.
Obezite, özellikle visseral yağlanma ile karakterize edilen bir durumdur ve metabolik sendromun gelişiminde anahtar bir rol oynar. Visseral yağ, karın bölgesinde bulunan ve iç organları çevreleyen yağ dokusudur. Bu yağ dokusu, proinflamatuar ve insülin direncini artırıcı adipokinler üretir. Bu adipokinler arasında en bilinenleri leptin, adiponektin, resistin ve TNF-α'dır. Bu maddeler, vücutta iltihaplanmayı tetikleyerek insülinin etkisini bozabilir.
Ayrıca, obezite ile ilişkili hiperinsülinemi, insülinin normal fonksiyonlarını yerine getirmede yetersiz kalmasına neden olur. Bu durum, vücutta glukoz metabolizmasının bozulmasına yol açar ve sonunda tip 2 diyabetin gelişmesine zemin hazırlar. Aynı zamanda, abdominal obezite, karaciğerin yağ metabolizmasını etkileyerek non-alkolik yağlı karaciğer hastalığı (NAFLD) gibi durumların ortaya çıkmasına neden olabilir.
Bariatrik cerrahi, obezitenin tedavisinde ve metabolik sendromun yönetilmesinde etkili bir tedavi seçeneğidir. Bununla birlikte, bariatrik cerrahi sonrası iyileşmelerin çoğu, insülin direncinin düzelmesi, kan şekeri seviyelerinin normalleşmesi, lipid profili iyileşmesi ve kan basıncının düşmesi gibi metabolik parametrelerde gözlemlenmektedir.
- Cerrahiden sonra, insülin direnci önemli ölçüde azalır. Yapılan çalışmalar, cerrahiden sonra hastaların kan şekeri seviyelerinde iyileşmeler görüldüğünü ve bazı hastaların diyabet tedavisi gereksinimlerinin ortadan kalktığını göstermektedir. Bunun, cerrahinin ardından gerçekleşen ağırlık kaybı, adipokin profili değişiklikleri ve gastrointestinal hormonların salınımındaki değişiklikler ile ilişkili olduğu düşünülmektedir.
- Bariatrik cerrahi, trigliserit seviyelerini düşürürken HDL kolesterol düzeylerini artırabilir. Ayrıca, yüksek tansiyon da bariatrik cerrahi sonrası düzenlenebilir. Yapılan bir meta-analiz, bariatrik cerrahinin hipertansiyon hastalarında kan basıncını etkili bir şekilde düşürdüğünü göstermektedir.
- Bariyatrik cerrahi sonrası hastalar, özellikle karın bölgesindeki visceral yağ oranında belirgin bir azalma yaşarlar. Bu değişim, insülin duyarlılığını artırarak metabolik sendromun diğer bileşenlerini de iyileştirir.
Obezite, metabolik sendromun en önemli risk faktörlerinden biri olup, bu iki durum arasındaki bağlantılar patofizyolojik düzeyde oldukça karmaşıktır. Bariatrik cerrahi, bu bağlantıyı kırmada ve metabolik bozuklukları düzeltmede önemli bir tedavi seçeneği sunmaktadır. Kilo kaybı ile birlikte, insülin duyarlılığı artar, lipid profili iyileşir, kan basıncı düzenlenir ve genel sağlık durumu belirgin şekilde iyileşir.
Sonuç olarak, bariatrik cerrahi, sadece kilo kaybı değil, aynı zamanda metabolik sağlık açısından da uzun vadeli faydalar sağlayan bir tedavi yöntemidir. Metabolik sendrom tanısı olan bireylerin cerrahi tedavi seçeneklerini değerlendirmeleri, komplikasyonların önlenmesi ve genel sağlıklarının geliştirilmesi açısından önemli bir adımdır.
Sosyal Medyada Paylaş:
Bunlar da İlginizi Çekebilir
Şeker bağımlılığı; kişinin tatlı ve şekerli yiyeceklere karşı aşırı bir istek ve arzu duyması sonucu ortaya çıkan dürtüsel bir tüketim alışkanlığıdır. …
Devamını OkuMide küçültme ameliyatı sonrasında (veya yediklerinize dikkat ederek daha sağlıklı beslenmek istediğiniz noktada) porsiyonlarınızı kontrol edebilmeniz için kull…
Devamını Oku